canlı yayın

KOMÜNİSTLERİN ARASINDA TEK BAŞIMA

15 Mayıs 2020 Cuma 12:01
komunistlerin-arasinda-tek-basima

Bakan Metin Gürdere Anılar Kitabından ;Gazetelerde bu konuda haberler yer alıyordu. Türkiye’ye geldikleri gün hava alanında tutuklandılar. Uzun süre tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldılar

1990’lı yıllara kadar yasadışı olduğu için gizli faaliyet gösteren Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) son genel sekreteri Nabi Yağcı (Haydar Kutlu) Tokatlı idi.
İlkokula başladığımız ilk gün yan yana oturmuştuk.
Üniversite eğitimimizin ilk yılları olan 1962-64 yıllarında İstanbul’da da görüşüyorduk.
1970’li yıllarda sıkıyönetimin radyodan yayınlanan arananlar listesinde onun da adı geçmeye başlamıştı.
Sonradan anlattığına göre arandığı yıllarda sahte kimlikle İstanbul’da yaşıyormuş. Hatta sahte pasaportla yurt dışına gidip geliyormuş.
1987 yılında gazeteler Behice Boran’ın ölümünden sonra onun -komünist partilerde en üst görev olan- TKP genel sekreterliğine getirildiğini yazdılar.
O yıllarda SSCB’nin dağılma belirtileri güçlenmeye başlamıştı. Türkiye’de başka rüzgârlar esiyordu. Komünizme karşı olan katı tutum da yumuşamaya başlamıştı.
Özal, 12 Eylül 1980 sorası yurt dışına kaçan bazı solcu sanatçıların Türkiye’ye dönmesine bile yardımcı olmuştu.
TKP yöneticileri Türkiye’ye dönmeye, diğer partiler gibi açık siyaset yapmaya, TKP’nin ülke içinde yasal ve örgütsel yapıya kavuşması için mücadele etmeye karar vermişler.
Gazetelerde bu konuda haberler yer alıyordu.
Türkiye’ye geldikleri gün hava alanında tutuklandılar.
Uzun süre tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldılar.
Bu arada Türkiye Komünist Partisi (TKP) adını Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) olarak değiştirip yeni bir parti olarak İçişleri Bakanlığı’na belgelerini sunmuşlar.
Zaman zaman gazetelerde arkadaşım Nabi Yağcı’nın görüşlerine yer veriyordu. Anavatan Partisi ile ilgili olarak ılımlı mesajları vardı. Ben de partimin genel başkan yardımcısı olarak karşılık veriyordum. Yüz yüze gelmeden gazeteler aracılığıyla konuşuyorduk.
Bir gün genel merkezdeki odama üç genç geldi.
“Sizi, TBKP’nin olağan kongresine davet ediyoruz” dediler.
Siyasi partilerin kongrelerine başka partileri davet etmesi olağan bir şeydir. Davet partiye yapılır, parti uygun gördüğü kişileri kongreye gönderir. Bu doğrudan şahsıma yönelik bir davetti. Anlaşılan arkadaşım Nabi Yağcı benim özel olarak davet edilmemi istemişti.
Beni davet edenler de orada şahsıma yönelik olumsuz davranışlara müsaade etmezdi.
Siyasi geçmişim sebebiyle komünizmi bana sürsen bile bulaşmazdı. Bu sebeple TKP’ye sempati duyduğum veya desteklediğim şeklindeki olası eleştirilerden de korkum yoktu.
Tokat’ta bir söz vardır:
“Çağrıldığın yere erinme, çağrılmadığın yerde görünme.”
Bütün bunlar bir anda aklımdan geçti.
Neden gitmeyecektim ki?
“Çok özel bir durum veya engelim olmazsa geleceğim” dedim.
Kongrenin yapılacağı gün davetiyede yazılan salona gittim.
Arkadaşım Nabi Yağcı beni karşıladı, 25 yıl sonra karşı karşıyaydık. Hayat bizi farklı siyasi kamplarda çocukluk yıllarımızda aklımızdan, hayalimizden geçmeyen yerlere taşımıştı.
“Sana Sayın Metin Gürdere mi diyeyim, arkadaşım Metin mi diyeyim?” diye sordu.
“Biz arkadaşız, arkadaşım Metin de” dedim ve ekledim;
“Erken ayrılmak zorundayım, eğer konuşma yapmam için bana söz verecekseniz erken söz verin.”
“Tamam” dedi, yer gösterdiler, oturdum.
Yıllardır ülkem için bir tehdit olarak gördüğüm, hep karşı olup, siyasi mücadele verdiğim komünistlerin arasında tek başımaydım.
Pek öyle tehlikeli insanlarmış gibi de görünmüyorlardı.
Salona bir göz attım. Bizim kongrelerdeki gibi gösterişli ve coşkulu bir ortam yoktu. Salona ağır başlı bir hava hâkimdi. Hatırladığım kadar müzik yayını falan da yoktu.
Benim dışımda başka partilerden gelenler de vardı.
Ama aralarında toplumda sosyal demokrat olarak bilinenlerden kimseler yoktu.
Anlaşılan onlar adlarının komüniste çıkabileceği korkusuyla gelmeye çekinmişlerdi.
Yerime oturup, biraz rahatlayınca o ana kadar düşünemediğim bir şey geldi aklıma.
Ya bunlar kongreye başlarken sosyalizmin marşı olan enternasyonali söylerse?
Otursan bir türlü, ayağa kalksan bir türlü.
Her iki halde de o an çekilmiş resmimin altına neler, neler yazılmaz ki?
Konuşmacılar için hazırlanmış olan kürsünün önüne orta büyüklükte bir Türk bayrağı asılmıştı. Onu görünce biraz rahatladım.
Kongre başladı, ne istiklal marşını söylediler, ne de enternasyonali.
Açılış konuşmalarında geçmişle yüzleşme denilebilecek konuşmalar yapıldı.
Sıra misafirlere söz verilmesine gelince beni davet ettiler.
Kafamda hem salondakilere, hem katılmamı yadırgayacak olan başkalarına neden orada olduğumu açıklayan bir konuşma tasarlamıştım.
Toplantıya katılanları selamladıktan sonra dedim ki;
(Daha sonra “TBKP BÜYÜK KONGRESİ” ismiyle yayınlamış olan kitaptan aktarıyorum.)

“…siz de biliyorsunuz, cümle âlem de biliyor ki bizler farklı düşünüyoruz. Ama buna rağmen ben buradayım. Çünkü önemli olan görüş ayrılıklarımız değil, biri birimizin fikirlerine saygı duyarak biri birimizi dinlememiz, dinlemekten öte anlamaya çalışmamız. ….önemli olan görüş ayrılıklarımız değil, bunları muhafaza ederek ülke meselelerine çözüm aramaktır.
…geleceğe doğru hep beraber, biri birimizin görüşlerine saygı duyarak, biri birimizi tasfiye etmeye çalışmadan ülke meseleleri için çözüm üretmeye beraber devam edeceğiz. Bunu yaparken kendi fikirlerimizi, kendi düşüncelerimizi de sorgulayacağız…(ben) fikir ve düşünce hürriyetine inandığım için buradayım. Ve sizlerin de din ve vicdan hürriyetine bizimle aynı kanaatte olarak katıldığınızı gördüğüm için buradayım. Çoğu arkadaşımız bunu yadırgıyor. Esasen kendi partimde de bunu yadırgayanlar var. Ama bütün bunlar insanlığın bugün gitmekte olduğu yeni değerlerin dünyasında yadırganmayacak şeyler.”

Bunları söylerken bir yandan da konuşmamı nasıl bitireyim diye düşünüyordum.
Bu gibi yerlerde yapılan konuşmalarda nezaket gereği konuşmanın sonunda ilgililere başarılar dilenir.
Fakat sonuçta siyaseten rakip olmaktan öte ideolojik olarak karşıt partilerdik. Onlar için başarı dilemek kendi partimin ve siyasi ideolojimin başarısızlığını dilemek olacaktı.
Bu konuda konuşmama da renk katacak bir çare geldi aklıma, dedim ki;
“Bu duygular ve düşüncelerle sizleri saygılarla selamlıyor, sizlere başarılar diliyorum”
Milliyetçi-muhafazakâr bir politikacı olarak, boş bulunup komünistlere başarılar diliyorum zannedip, gülümsemelerle beni alkışladılar.
Beklediğim an gelmişti, alkışların ve gülümsemelerin bitmesini bekledim;
“Tabii, bizi iktidardan düşürmeyecek kadar başarılar diliyorum” dedi
Kitapta; “Gülüşmeler ve alkışlar” yazıyor ama nasıl bir gülüş, nasıl bir alkış?
Bütün salon beklemediği bu esprime bir yandan kahkahalarla gülerken, bir yanda da içtenlikle alkışlıyordu.
Türkiye’de (beki de dünyada) komünistlerin alkışladığı ilk milliyetçi muhafazakâr siyasetçi olmuştum.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden Prof. Dr. Sadun Aren de oradaymış.
O yıllarda Türkiye’de sosyalizm taraftarlarının en önde gelen isimlerindendi.
Sosyalist Birlik Girişimi adına toplantıya katılıyormuş.
Yanıma geldi, gülüyordu, boynuma sarılarak beni tebrik etti;
“Ancak bu kadar güzel olur Metin Bey” dedi.
Daha sonra ne Cumhurbaşkanı Özal, ne yardımcısı olduğum Başbakan Yıldırım Akbulut bana o toplantıya niye gittin veya iyi ki gittin diye bir şey söylemedi.
Sadece, işittiğime göre Özal kendisini ziyarete gelen yabancılara;
“Türkiye çok değişti, Anavatan Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı Komünist Parti’nin kongresine katılıyor artık” diyerek bir anlamda övündüğünü işittim.
 SİYASİ ANILAR (4)
Bakan Metin Gürdere anılar kitabından

Haber Kaynağı: YHA

Haberin etiketleri:

Metin, gürdere, anılar, Bakan


Haber okunma sayısı: 4048

htmlPaginator

YORUM EKLE

Yorum Başlığı

Yorum

Misafir olarak yorum yapıyorsunuz. Üye Girişi yapın veya Kayıt olun.

YORUMLAR

  • Bu habere henüz yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun.

DİĞER HABERLER