Kongre günü sabahı her şey normaldi.
Günlük, güneşlik bir Haziran sabahıydı.
Özal gibi bir genel başkanı ve başbakanı olan iktidar partisinin morali yüksek delegeleri akın, akın kongrenin yapılacağı 19 Mayıs kapalı spor salonuna geliyordu.
Salona girişte polis memurları üst araması yapıyordu.
Taşıma belgeli ruhsatlı silahı olanlar bile, çıkışta geri almak üzere kapıya bırakıyordu.
Tabancam belimdeydi, beni de aramak istediler, aratmadım.
Parti görevlisi arkadaşlar milletvekili olduğumu söyledi, geçtim.
Spor salonun yan tribünlerden biri kongre başkanlık divanı olarak düzenlenmişti.
Bakanlar, milletvekilleri, milletvekili olmayan parti kurucuları salonunun oyun alanına yerleştirilmiş sandalyelerde, delegeler tribünlerde oturuyordu.
Özal geldi, çok büyük ve içten coşkuyla karşılandı.
Kongre başladı.
Başkanlık divanı seçimi, faaliyet raporunun okunması gibi konulardan sonra sıra Özal’ın yapacağı konuşmaya geldi.
O konuşurken ben de tribünlerin orta kısmında kendilerine ayrılmış olan yerde oturmakta olan Tokat delegelerinin yanına çıktım.
Yanlış hatırlamıyorsam Özal konuşmasında yurt dışına çıkışların önündeki engellerin kaldırıldığından bahsediyordu.
Tam bu sırada herkesin duyabileceği şekilde tak, tak iki el silah sesi duyuldu.
Silah sesi Özal’ın mikrofondaki sesini bastıracak kadar yüksek değildi.
Ama o sesleri herkes duymuştu.
Özal’ın kongrelerde, illere yaptığı ziyaretlerde, konuşma yapacağı diğer yerlerde ses düzenini hazırlayan Erkal Zenger diye birisi vardı.
O gün de ses düzenini o hazırlamıştı
Ses düzeni kontrolünde olduğu için araya girip konuşma yapabilecek durumdaydı.
Silah sesleriyle herkes şaşkın, olanları anlamaya çalışırken Zenger’in mikrofondan; “Yat!” diye bağıran sesi duyuldu.
Askerliğin temel eğitim döneminde bu emirle anında yere yatma eğitimi verilir.
Cemaatle (beraber) namaz kılınırken de imamın sözleriyle herkes aynı şeyleri yapar.
Bunların etkisiyle bizde toplu refleks gösterme öylesine gelişmiş olacak ki, herkes hiç düşünmeden aynı anda kendisini bulduğu yere attı.
Av merakım sebebiyle silaha, silah sesine, yanımda silah atılmasına alışkındım.
Herkes yatsa bile benim yatmamam, silahımı çekip Özal’ı ve arkadaşlarımı koruyan pozisyon almam gerekirdi.
Ama o an çevremdekilerden etkilenip ben de kendimi yere attım.
Hem salona girişte silahımı teslim etmeyip, hem de silahım belimdeyken ortalık karışınca kendimi yere atmış olmanın utancını yıllardır yaşıyorum.
Çok uzun yıllar silah taşıyan bir adam demiş ki;
“Kırk yıl silah taşıdım, bir gün lazım oldu, o gün de üzerimde yoktu.”
Benim silahım üzerimdeydi ama çevremdekilerin etkisiyle kendimi yere atmıştım.
Silahıma davranmak aklıma gelmemişti.
Kendimi savunmuş olmak için söylemiyorum ama kitle psikolojisinin etkisiyle insan o anda iradesini kaybedip, herkes ne yaparsa onu yapıyor.
Demek ki savaşlarda korkaklık veya kahramanlık gösterenler de çevresindeki insanların davranışlarından böyle etkileniyor.
Bizim kendimizi yere attığımız anda durmaksızın devam eden silah sesleri salonu inletmeye başladı.
Nasıl olduysa bilmiyorum, arkam salona gelecek şekilde yatmışım.
Olup bitenleri arka tarafımda yaşandığı için göremiyordum.
Böyle bir anda arkadaşlar ne düşünüyordu bilemiyorum ama benim aklımdan;
“Adamlar Özal’ı vurdu, şimdi de salonu tarıyorlar. Şu başıma gelene bak. Bunca yıl başımıza bir şey gelmeden kendimizi dolandırdık da, şimdi atıp kıçımızdan vuracaklar” şeklinde düşünceler geçiyordu.
Silah sesleri kesilince başımızı kaldırdık.
Özal ortalıkta görünmüyordu.
Ateş edilince önündeki kürsünün altına doğru eğilmişti. Orada üzerine kapanmışlar.
Duyduğumuz silah sesleri korumaların kürsünün önünde tabancalarıyla havaya ateş etmelerinin sesleriymiş.
Suikastçı kaçmaya çalışırken polisler tarafından bacaklarından vurularak yakalandı.
Kartal Demirağ isminde, ülkücü geçmişi olan bir gençti.
Ortalık biraz sakinleyince Özal’ın ayağa kalktığı görüldü.
Onu sağ, salim görünce salonda inanılmaz bir sevinç ve mutluluk havası esti.
Onu kaybettiğimiz korku ve endişesi, yeniden bulmanın sevincine dönüşmüştü.
Mermi mikrofona çarpıp, sağ eline isabet etmiş.
O eli beyaz bir mendille sarılmıştı.
Öyle korkmuş, paniklemiş bir hali yoktu, şöyle kendisini bir toparladı ve dedi ki;
“Allah’ın verdiği ömrü onun izni olmadan kimse alamaz. Biz de ona teslim olmuşuzdur”
Hiçbir şey olmamış gibi konuşmasını tamamlayıp salondan ayrıldı.
Anadolu’da; “İnsanoğlunun alacası (kişiliğinin görünmeyen, örtülü tarafı) içindedir, geçitlerde (zor durumlarda) ortaya çıkar” diye bir söz vardır.
Yani insanların gerçek kimliği ve kişiliği kritik durumlarda ortaya çıkar.
Bir insan için ölümle karşı karşıya gelmesinden daha kritik bir durum olabilir mi?
Özal işte böyle bir kritik durumda gerçekten şapka çıkarılacak bir durum sergilemişti.
Haber okunma sayısı: 6075
YORUMLAR
- Bu habere henüz yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun.
DİĞER HABERLER
- ÖMER YILMAZ'IN KALEMİNDEN--KAR BEREKETİ
- YEŞİLYURT BELEDİYE BAŞKANI MEHMET ÇINAR, TEMİZLİK İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜ YETKİLİLERİYLE BİR ARAYA GELDİ
- BAŞKAN ÇINAR, KAZAKİSTAN’LI AKADEMİSYEN VE ÖĞRENCİLERİ TARİHİ YEŞİLYURT KONAKLARINDA AĞIRLADI
- KAYMAKAM UĞURLU VE BELEDİYE BAŞKANI ÇINAR, YENİ BELEDİYE HİZMET BİNASI İNŞAATINI İNCELEDİ
- GELECEK PARTİSİ MALATYA İL BAŞKANLIĞI OLARAK;
- YEŞİLYURT BELEDİYESİ’NDEN 11 KASIM MİLLİ AĞAÇLANDIRMA SEFERBERLİĞİNE 1.000 ADET FİDAN DESTEĞİ
YORUM EKLE